6 Mart 2023 Pazartesi

UMUTSUZCA ELİMİ UZATIYORUM

 


                Bazen- Hayır bazen değil, neredeyse çoğu zaman anneannem burada olsaydı neler farklı olurdu diye düşünüyorum. Kendimi toplamanın yolunu sürünerek de zorla da bulsam bir şekilde bulmaya çalışıyorum ama annemin benim kadar çaba gösterdiğini söyleyemem. Henüz kendime sahip çıkabilecek maddi özgürlüğe sahip olmadığım için babama iyi davranmak zorunda kaldım ama gerçekten içimden asla gelmiyor. Kendisinden ve annemin kendisine karşı uyguladığı sessiz politikadan nefret ediyorum. Korkarım ki yalnız kalma isteğim artıyor ve bundan çok korkuyorum. Anneme karşı büyüyen negatif duygularım beni kendimden de nefret ettiriyor çünkü annemden başka kimsem kalmadı. Galiba bu gidişle hayatta hiçbir şeyi başaramayacağım. Bari beni gerçekten seven birini bulsam diyorum ama zor geliyor. Ülkenin durmadan tırmanışta olan gündemi de beni çok etkiliyor. Çok korkuyorum ama intihar düşüncesine hiç olmadığım kadar yakınlaşmaya başladım. Maalesef liseye başladığım zamanlar Allah'la aramda hissettiğim yakınlığı bir şekilde kaybettim ama bazı şeylere kurduğum kalın sınır çizgileri kaldı. Öbür dünyadaki cezadan da korkmayı bırakıp bunu yapma cesareti bulursam diye çok korkuyorum. Belki de bu aralar bunu çok dile getirdiğimden de olabilir ama ülkenin durumu iyileşmezse gerçekten bunu yapabileceğime inanmaya başladım. Anneannemin eşyalarıyla kurduğum fazla bağı yavaş yavaş aşıyor gibiyim -emin değilim pek- ama videolarını açmaya o kadar korkuyorum ki panik atak geçirecek gibi oluyorum.  Sesini duymaya, yüzünü görmeye dayanabileceğimden emin değilim. Hayır emin değil de sayılmam kendimi tanıyorum az çok ben. Dayanamıyorum bu şekilde yaşamaya ama annemi ve kardeşlerimi de arkamda bırakacak kadar cesaretim yok. Öylece çürüyüp gideceğim, özellikle bu 3 ay geçtikten sonra dünyam kararacak, öylece yok olup gideceğim. Yok olacağım. Tek dileğim anneannemin yanına yakınına gömülmek, anneme de yakın olmak. Başka bir şey istemiyorum.

15 Şubat 2023 Çarşamba

Anneanneme İlkim

                        

Çok Sevgili Anneannem,

                Sana bu mektubu yazmaya karar vermek benim için çok zordu ve cesaretimi büsbütün toplamam gerekti. Aslında az önce ufak korkunçlu bir bilim kurgu filmi izledim ve filmde sevdiğim bir karakter öldü. Film de olsa artık birilerinin ölümünü izlemeye dayanamadığımı fark ettim yani anlayacağın iyi değilim. Annem de maalesef ki iyi değil ve herhangi bir şekilde doktora gitmeyi reddediyor. Ona çok kızıyorum ama seni dinlediği gibi dinlemiyor beni. Ne yapacağım ve bu kadına nasıl sahip çıkabileceğim konusunda hiçbir fikrim yok.

                Her şeyden önce sana olan her şeyi anlatmam gerektiğini düşündüm. Hastaneye gittiğin gece çok ağladım neden bilmiyorum. Anneannem bugüne kadar gün yüzü göremedi ben de onun yüzünü göremedim onu yeni getirmiştim diye çok ağladım. Ben senin yerine ağladım; o yüzden senin daha fazla ağlamana gerek yok. Sakinleşemedim asla, arkadaşlarıma mesaj attım. Erkeklere attım, taaşşuk grubuna. Bana içimi ferah tutmam gerektiğini ve senin iyi olacağını söylediler. Sonra annemi aradım ve annem de anneanneni geri getirdiler deyince iyice rahatladım. Sana bu meseleyi anlattım mı bilmiyorum ama annemin yine ambulansla hastaneye gittiği gecelerden birinde artık kalbim mi taşlaştı diye düşünmüştüm çünkü annem ambulansla hastaneye giderken ağlamıyordum artık. Bu yüzden olabilir ama geri geleceğini düşünmüştüm. Bu kadar hasta olduğunu bilmiyordum ve sana yardım edemedim üzgünüm. Çok aciz bir şekilde hep hastayım ve annemle sana yardım edebilecekken edemediğim için lütfen affet beni, çok üzgünüm. Cumartesi sabahı ne yaptığımı hatırlamıyorum. Galiba oyun oynadım, çocuklara kahvaltı hazırladım, annemi aradım, annem için evi toparladım. Bir anda senin eşyalarını elime verip de annen bunları görmesin dediklerinde algılayamadım. Anneme banyo yaptıracaktım, yorulmuştu. Bir anda annem kollarımın arasına yığılınca da algılayamadım. "Anneanneni morga bırakıp da geldim" dedi. Algılayamadım. Aslında çığlıklar atıp ağlamak istedim ama bana annene sahip çık dediler. Sen de üzgünsün ama onun yanında üzülme annen sana emanet dediler. Bilirsin bunu daha önce çok konuşmuştuk; ne kadar annemle ilişkimin düzgün bir anne-kız ilişkisine dönmesini istesem de her zaman anneme sahip çıkar ona bakarım. Ama belki annem kadar olmasa da belki de hayatımı değiştiren bu olayda döküp kırmak ve dilediğimce ağlamak istemiştim. Hala o zamana dair duygularımı tam tarif edemiyorum; sen öyle düşünmezsin ama belki de bencillik yapıyorum. 

                    Nasıl 6-7 kişi o arabaya bindik de yerleştik ve yola çıktık gerçekten hatırlamıyorum. Yol boyunca ağladım durdum ve arada bayılma şekline benzer uyumuşum. Mustafa abimlerin evine girdiğimizde ne hissettim bilmiyorum. Saçımı yıkadım ve iki lokma bir şey yedim ama gerçekten yemek istememiştim ve aç değildim. Annene sahip çıkarsın diye zorla yedirdiler diyebilirim. İlter de yol boyunca ağladı ve durumu idrak edemedi ama ilberin kafasında neler döndüğünü gerçekten bilmiyorum. Anneme ikisini psikoloğa götürmeliyiz dedim ve kendi yaralarımı iyileştirmeden olmaz dedi. Bunu yanlış bulsam da annem de olmazsa elimizde kimse kalmadığından bir şey demedim. Çünkü biliyorsun benim babamın tarla korkuluğu kadar bile işlevi yok. Beni yanlış anlayıp üzülmeni istemiyorum gerçekten, anneme kızgın değilim. Ama babamın dolduramadığı yer olmaktan sıkıldım. Yine yaparım yapmam gerekeni ama ben senin arkandan gerektiği kadar ağlayamadım. Babam zaten daha cenazenin akşamı "Hayat devam ediyor" dedi. Neye göre devam ediyor? Kime göre ediyor? Benim için hayatım 9 Aralık 2022 akşamında takılı kaldı. Orada dönüp duruyor. Cenazenin detaylarını es geçiyorum ve o bir hafta, hatta köyde geçen o birkaç günde neler olduğunu anlatıyorum sana.

                    Köyde gelip giden çok oldu. Herkes bir şeyler anlatıyor bir şeyler konuşuyordu ama ben hiçbirini duymadım. Sadece tavanı izledim. Arada süt annem benimle bir şeyler konuşarak beni gerçek dünyaya döndürdü ama ne kadar yardım etmek istese de ben onun gerçek kızı değilim ve bana sonsuza kadar ilgisini veremez. Tüm bunlar yaşanırken babam bana veya anneme veya çocuklara bir kez olsun sarılmadı. Muammer abim bana sarıldığında patlayacaktım neredeyse ama teyzem için kendimi tuttum çünkü o benden daha beterdi tabi ki. Babam günlerce sadece "Hayat devam ediyor"  diyebildi ve bende bu vesileyle biraz da annem için artık ağlamamam gerektiğine inandırdım kendimi. Teyzemle beraber zor olduysa da eşyalarını düzenledik. Keşke sen buradayken beraber düzenleseydik de belki fazlalık eşyaları atınca sen de rahatlardın. İlk o zaman düşündüm, bir insan böyle sadece eşyalarından mı ibaret diye. Bunları koyacak bir evim bir odam bile yok diye kendini üzdüğün o eşyalar gerekli gereksiz, tarihi geçmiş geçmemiş, atılacaklar ve kalacaklar, annemle benim aldıklarımız ve teyzemin aldıkları diye ayrılmıştı. Bu kadardı. Artık ortada Kadriye'nin eşyaları diye bir şey yoktu. Ne demek yoktu? Ne demek olmazdı? Nasıl anneannem kapıdan girip eşyaları için ağlamaz veya yarı kederli bir şaka yapmazdı? İşte bir insan ömrü bu kadarmış, diye düşündüm.

                    Okula gittiğim ilk hafta günlerdir ağlamadığım için kendimi bu işi aşmış hissediyordum. Senin kabanını giydim, artık bana emanet olan telefonunu boynuma taktım ve yola çıktım. Şaşırtıcı bir şekilde 2 haftadır okula gelmemiş olmama rağmen hiçbir hocanın benden haberi yoktu. Bahçeye girip Halil'i gördüm ama içimde kırılan şeyleri bildiği için onunla karşılaşmak ve yüzünü görmek istemedim ilk başta. Sıraya doğru yürüdüm. Bir nebze daha iyi olacağını düşündüğüm Evin'i gördüm; evet o da biliyordu ama beni çok daha iyi tanıyan Halil'i görmekten iyiydi. Evin beni görünce ağlamaya başladı. Ne yapacağımı bilemedim ve dedim ki Evin sen böyle ağlarsan ben kendimi nasıl tutarım? O an istemsizce kendime bir şeyi itiraf etmiştim: Köyden geldiğimizden beri iyiyim diye tekrarlıyor ve ağlamamak için yeminler ediyordum ama aslında kendimi tutmaya ve güçlü olmaya çalışıyordum. Kendimi tutmaya devam ederek başım dik okula girdim. Ama bir şekilde duvar çatlak vermişti işte, her şeyden önemlisi kendimden bile söylemeye sakındığım şey öylece ağzımdan çıkıvermişti. Fatma hoca buldu beni önce, ta koridorun başında yakaladı ve sordu neden iki haftadır gelmediğimi. "Hocam benim anneannem vefat etti." diyemedim. birkaç kelime sonra takıldım ve ağlamaya başladım. Fatma hoca dersleri dinlemek zorunda olmadığımı, kötü hissedersem kafamı sıraya koyabileceğimi söyledi. Bunun için o kadar minnettardım ki yine ağlamak istedim. Düşününce bu olaya dair tüm duygularımı okulda gösterebilmiştim sadece çünkü okulda kimse bana güçlü dur demiyordu. Herkesin tek gördüğü ve önemsediği bendim ve herkes sadece beni iyi hissettirmek istiyordu. Herkes en ufak sözlerinin beni ne kadar etkileyebileceğini biliyordu. Mesela Nihat hocaya bu olayı söylediğimde ve yurda ne zaman döneceğimi bilemediğimi belirttiğimde bana sorun yok kızım ne zaman istersen o zaman gelebilirsin demişti. İşte bu küçük cümlelerdir insanı daha iyi hissettiren. Bu küçük şefkat jesti, küçük bir sarılma, küçük bir omzunu okşama. 

                    Fatma hocadan hemen sonra Nail hoca geldi. Evin ve Uğur tüm olanları hocaya anlatmışlardı galiba. Durmadan ağlıyordum ve hocanın odasına gittim. Çoğunlukla bir şey demeden ağlamama izin verdi ve bunun kolay olmayacağını söyledi. Ama ne olursa olsun okula gelmeliymişim, benim için moral olurmuş. Ve haklıydı da. O hafta evde geçirdiğim her saniye boğuluyormuş gibi hissettim. Okuldan eve geliyor, 1 saatlik yolun verdiği yorgunluğu üstümden zar zor atıyor, Ali hocaya verdiğim konuları bitirme sözüne ilaveten hissettiğim sorumluluğun ve suçluluğun ağrılığıyla eziliyor, ağlamaktan artık açılıp kapanmakta zorluk çeken gözlerimi zorlayarak 1 tane ders videosunu zor izleyebiliyor ve bir şekilde yatağa giriyordum. Yatak dediğim de ranza, yani senin yattığın, hasta olduğun ve bayılıp kaldığın o yer. O hafta her gece ranzanın tavanını izlerken seni düşündüm. "Acaba anneannem benim gibi burada yatarken ne düşünüyordu?" "Acaba bizden nefret mi ediyordu, bize kızıyor muydu?" "Acaba en son burada yatarken ne düşündü?" Acaba anneannemi daha erken hastaneye götürebilir miydim, götürsem ne olurdu ve devamıyla uzayan uzun ağlamalı sorularımla beraber uyanıyor ve aynı döngüyü tekrarlıyordum. 

                    Bir gün teyzem -galiba çarşambaydı- bana içinde fındık ve kuru üzüm olan bir kavanoz verdi okulda yemem için. "Anneannen senin için hazırlamış bunu da Almanya'ya gitmeden unutmuş" dedi. Şok oldum. Okulda yemeye, zihin açıklığı falan verir diye bana fındık hazırlamıştı. Haftalar önce. Haftalar, önce. Ondan gelen benim için bir hediye. Bir şey demedim, dediysem de hatırlamıyorum. Okula götürdüm o kavanozu yemek için. Açıp arkadaşlarımın ortasına koydum. Herkes gülerken yanımda oturan Nisa'ya sahte bir neşeyle karışık şekilde "Sana trajikomik bir şey söyleyeyim mi?"  dedim. Onaylayınca da bu kavanozu anneannemin hazırladığını söyledim. Bir şey demeden beni göğsüne bastırdı. Ağlayasım yoksa da ya da olup da içimde tutmak istediysem bile ağlamaya başladım. Sonra Halil geldi, ona da anlattım; biraz da o şekilde ağladım. Sonraki gün matematik dersinde Ali hocanın sorduğu bir şeyi bilemedim; cevabı verebilecek olsam da istemedim ve reddettim. Soruyla bağımsız olmakla beraber Fatma hocanın dediğinin aksine dersleri inatla dinlememe rağmen aslında ne kadar da dersten uzak olduğumu fark ettim. O an benden bağımsız kafamda her şey yeniden oynamaya başladı. Cuma akşamı, cumartesi sabahı, annemin banyoda dediği, yolda uğuru aramam, cenazeyi havaalanından almamız, köye gitmemiz, evde yatak odasının ortasında o tabutu başında da büyükannemi görmem, tabut başında ağlamamız, cenazeye gidişimiz, anneannemin cenazesi için verilen davette zorla yemek yemem, akşam büyükannemle yatamamam, büyükannemin sabahın köründe mezarlığa gitmek istemesi, havanın o keskin soğuğunda mezarlığa gitmemiz, ayakta zor durmam, Samsun'a inişimiz ve Bursa'ya gelişimiz, yolda babamla kavga etmem, eşyaları düzenlememiz. Ve tabi ki yine patladım. Teneffüs boyunca kendimi zavallıca kontrol etmeye çalışarak ağlamamdan ve arkadaşlarımı endişelendirmemden sonra koşarak Nail hocanın odasına gittim. Bir ders de orada ağladıktan sonra öğle arasında geri döndüm. Saçma bir şekilde aklımda kalan şey; Emir bana yanında durmamızın mı yoksa beni yalnız bırakmalarının mı daha iyi olduğunu sormuştu ve bilmiyorum demiştim. Aslında hangi insan ağlarken başını koyacağı bir omuz olsun istemez ki? Ama o an kimse beni ağlarken görsün istemedim, yerin dibine girip de anneannemi görmek istedim.

                       Arada yaşanan olaylar maalesef ki benim için yine blurlu. Her gün okulda ağlıyordum ve gözlerim acıyordu artık; yani senin korktuğun şey oluyordu neredeyse. Bana hep o güzel gözyaşlarını akıtma benim gibi ağlamaktan gözyaşların bitmesin derdin. O sırada gerçekten gözyaşımın bittiğini düşündüm ve haşa öyle düşünüyorum kısmen. Teyzem çocuklara fazla bağlanmamak için kaçar gibi Bursa'dan gitti ve annem çok belli etmek istemese de yıkılmıştı. Yalnızlık yavaş yavaş vuruyordu çünkü. Babamla senin için dökülen lokmalar ve hayrına okunacak dualar adına yapılan Mevlüt için giden paraların kavgasını yapmışlardı. Babama olan nefretim senin için duyduğum kederi geçiyordu artık. Sinirim bardağı dolduran bir suysa bardak çoktan taşmış ve artık çatlıyordu, suyu tutacak bir şey kalmamak üzereydi. 

                        Birkaç kere elbette bende babamla büyük kavgalar ettim. Annemin ona bu evde bakacak birisi yok dedim. Tam olarak hangi hakaretleri ve tehditleri kullandığını hatırlamıyorum bile. Cenazeden sonra onu suçladım, kendi suçluluk hissiyle beraber yine büyük bir kavga ettik teyzem de varken. Yine bir şey vermemekle ve parayla tehdit etti beni. Geçenlerde senin bir işini halletmeye çalışırken çok fazla "ölü,ölmüş" gibi kelimeler kullandı. Lütfen bu kadar fazla ölü baskısı yapma dedim. Baskı ne demek dedi, sen mi babasın ben miyim dedi, sen kimsin dedi, üstüme yürüdü sonra ben de ayağa kalkınca ardından anneme ayağa kalkıp bana göz belertti dedi. Odama geçip ağladım ve panik atak geçirdim yine. Annem telefonuna bakarak durdu yanımda, toparlan dedi, bana çay getirdi. Beni yanlış anlama lütfen anneanne, bana bağırdığı için ağlamadım. Durmadan kaçmaya çalıştığım gerçek bir kez daha yüzüme vurulduğu için ağladım. Maalesef gerçeği asla kabullenemiyorum. Yurtta da birkaç kere böyle ağlama krizlerine girdim. Birkaç kere daha hasta oldum çünkü tam bir zavallı gibi. Bana senin gibi bakacak kimsem de yoktu. Oturdum videolarına bakıp saatlerce ağladım sadece. Oda arkadaşım beni teselli etmeye, bir noktadan sonra zorla beni omzuna yatırmaya çalıştı ama istemedim. Kimse gerçekten benim acımı anlayabilecek durumda değil çünkü. Dershanedeki psikolog ile konuşurken aramızdaki ilişkiyi anlattım ve bana işlev olarak anneni kaybettin yani dedi. O andan beri dünyam bin bir parça. Her bir parçası da seni yansıtırken içimdeki kederi saklayamıyorum artık ve korkarım ki bu sene hiçbir şey yapmayı başaramayacağım. 

                        Son mu bilmem ama yılbaşı günü de patladım. Dershanedeydim ve bir an ben burada ne yapıyorum diye düşündüm. Tam olarak ailemle beraber olmam gereken bu günde benim burada ne işim vardı? Ruh halimin bozukluğu dışarıdan belli oluyordu ve Emir beni sınıftan dışarı çıkarmaya karar verdi. Merdivende otururken patladım ve yine bir sürü ağladım. Emir başımda durdu, sarılmama izin verdi. Doğrusunu söylemek gerekirse uzun zamandır arkadaşlarımın hepsine yeri gelince sarılmak istiyordum ama bunu yapmak için çok çekiniyorum sanırım. Son yaşananlardan sonra daha cesur olmaya karar verdim ama bu kararı nasıl gerçekleştireceğimi de bilmiyorum. Eve nasıl gittim hatırlamıyorum. Metroda yine yarı uyur yarı baygın bir vaziyette 1 saat geçirdim. Eve gelip şekerim düşmesin diye ağzıma bir şeyler tıkarken yine ağladım. Gözyaşlarım sel oldu. Annem ve çocuklar beraber dışarı çıktık ama bu benim bildiğim yılbaşı değildi. Arabada biri eksikti. Bize güzel yemekler yapar, biz eğlenirken videolarımız çeker, giyinip süslendiğimizde bin bir övgü yağardı. Hiçbiri yoktu. AVM'de yemeğimizi yedikten sonra biraz gezinip masa oyunları aldık. Annem bana yeni bir eyeliner aldı ve gerçekten favorim oldu. Eve gelip pijamalarımızı giydik ve aldığımız 4 paket cipsi açtık ortaya. Masa oyunları açtıktan sonra tam yavaş yavaş şenlenmeye başlıyorduk ki annemle babam kavga etmeye başladılar. Babam kartlarımızı sofranın ortasına fırlattı. Çok kızdım, çok kırıldım ama okların bana dönmemesi için bir şey demedim. Her açıdan hayatımın en kötü yılbaşısıydı. Ve de hayatımın en kötü doğum günü. Arkadaşlarım büyük bir incelikle hediyelerini hazır etmiş olsalar da eve döndüğümde beni bir baba samimiyetsizliğindeki tek başına pastam karşıladı. Evde ne annem vardı ne anneannem. 1 hafta sadece odamda oturdum ve öldüm mü kaldım mı diye soran hiç olmadı. Bir kere daha anladım ki artık yalnızım. Ağlayacak bir omzum, pasta kesecek birilerim, sığınacağım limanım, dertleşebileceğim kimselerim yoktu. Hayat zorla beni büyümeye ve yalnız olmaya alışmaya itiyor ama ben hiç hazır değilim. Hep yalnız kalacağımı ve belki de yalnız öleceğimi düşünürdüm ama bu fikre bu kadar yaklaşacağım aklımın ucundan geçmezdi. 18. yaş günümde, aklımda anneannemin bana verdiği sözlerin ağır hatıralarıyla kimsesizliğimi kucakladım. Bir an önce 18 ol demişti, 18 olunca kart çıkaracak ve hesap açacaktık. Şimdi her şey yalan oldu. Ne kadar verilen bu sözlerin vebalini öbür dünyada anneannemin boynuna bağlamak istemesem de içim çok buruk ve kırgınım. Anneannemin bu yüzden asla bir ıstırap çekmesini istemiyorum ama bana dediklerine tutunarak kendim için bu üzüntüyü canlı tutmak istiyorum. Anneannemi unutmam mümkün değil ama öyle bir ihtimal asla olmasın istiyorum. Mümkünse ölümümde de annemle anneannemin arasına yatmak istiyorum. 

                    Anneanne, sana bu anlattıklarımı pek beğenmemiş olabilirsin ama gerçekten mutlu olduğum anlar da oldu arkadaşlarım sayesinde. Ama şu an yanımda olamaman, 18. yaşımı görememen ve mezuniyetime gelemeyecek, üniversiteye gittiğimi göremeyecek olan bu mutlulukların yanında asla dinmeden sızlayan bir yara. Muhtemelen asla tam anlamıyla mutlu olamayacağım ama sana bu şekilde yazmaya devam etmek istiyorum. Umarım olduğun yerden kıpraşan ve senin için kendini satırlara döken kalbimi hissediyorsundur. Bir ara rüyalarıma da girmen dileğiyle, bugünlük bırakıyorum ve yazabileceklerim hiçbir zaman bitmeyecek muhtemelen. 



Beni hiç unutmaman ve kalbine yakın tutman dileğiyle,

Seni gece gündüz düşünen küçük kızın, İlkay. 





  











 

23 Ocak 2022 Pazar

24 Ocak

 Bu gece bir yaş daha alıyorum.

İşin tuhafı kendimi çok yaşlı hissediyorum; ne önceki gibi duygusallaşasım var ne de yaşımı kutlayasım var. Epey gencim ama şimdiden çoğu şeyden elimi ayağımı kesmişim veya kesmeliymişim gibi hissediyorum.

Belki de etrafımdaki her şey yavaş yavaş yıkıldığı içindir. 

Bazı şeylerin iyi tarafını değil de bu iyi şeyin ne zaman biteceğini hesaplamak yoruyor insanı, öleceğin günü bilmek ve günleri saymak gibi. Kalan zamanını dolu dolu geçirmek yerine sadece sayılara dönüştürüyorsun günleri. Sayılar da her zaman tek başlarına bana pek soğuk gelmiştir. Acımasız sayıların oyun alanına dönüşen günlerimle bir yaşıma daha geldim. 

Önceki sene saatlerce ağlamıştım; önceden daha mı zordu ya da şu an mı bir şey hissetmiyorum bilmiyorum. Yine kolay değil,belki daha zor ama bu sene yanımda arkadaşlarım var.

Yine dediğim gibi her şey yıkılıp dağılıyor. 

Yakında hayatım da dağılacak gibi hissediyorum, sanki fırtına öncesi sessizlik.

Sahi bir de bu negatif düşünme eğilimini üstümden atmam lazım. Büyüyorum ya, yetişkin oluyorum, belki bir gün düzelir.

Birkaç gündür ağlayacak gibi hissediyordum nasıl büyümeye hazır olmadığımla alakalı. Ben benim gözümde hala 2 sene önceki çocuğum. Hayat durdu ama bizi saymayı bırakmadı, zaman akmayı bırakmadı ve ben adapte olamadım; geliştiremedim kendimi. Şimdi tüm bu ağır sorumlulukları almaya hazır değilim üstüme. Çok değil birkaç sene önce durmadan büyümek isterdim, şimdi ne değişti bilmiyorum. Keşke zaman tam şu an dursa 00.00 olmadan ve ben hep bu yaşta kalsam. 

Zaman ilerledikçe büyüyecek dertlerim, yüklerim, yalnızlığım, başarısızlıklarım, sorumluluklarım.

Biliyorum hayatta her zaman kaçarak sorunlarımı yok sayarak kendimi ilerletemem ama bu şeylerle yüzleşecek yeterli gücüm de yok.

Kendime de kızıyorum gerçi bu kadar zayıf olduğum için, ne desem ne düşünsem gücüm yok benim zaten.


Neyse, dediğim gibi artık o kadar iyi yazı yazabildiğimi düşünmüyorum. Bu sene o kadar duygusal bile değilim sadece ne düşündüğümü yazmak istedim ve düşündüklerimin bir kaydı olsun istedim. Kaydı olsun ki sonradan okuyup nasıl ruh hallerinden ve hangi düşüncelerden çıkıp oralara geldiğimi ileriki zamanlarda anlayabileyim.

Sevgiler

Saygılar

Büyümek istemeyen tüm insanlara mutluluklar.  






 

25 Mayıs 2021 Salı

Kediler ve Köpekler

 Merhaba,

    Uzun zamandır hiçbir şey yazmadığımı ve konuda çok fazla paslandığımı biliyorum. Üzgünüm, artık üzüldüğümde bile kendimi kelimelere boşaltmak gelmiyor içimden. Hayal gücüm de bitme eşiğinde ne farklı dünyalar kurabiliyorum kafamda ne de güzel günlerin hayalini kurabiliyorum. Kısacası çoğu anlamda bittiğimi söyleyebilirsiniz.

    Bugün, bu saatte peki neden buraya gelmiş olabilirim? Üzgünüm bugün süslü cümlelerimi veya derin acılarımı göremeyeceksiniz, sadece bazı bıkkınlıklarımı anlatmaya geldim. Neden burayı seçtiğim konusunda da, hissettiklerimi tam anlamıyla anlatabileceğim bir insan olduğunu düşünmüyorum hayatımda. Sadece, sadece bazı basit cümlelerle ne kadar sıkıldığımı anlatmak istiyorum. Eğer bu yazıyı bir şekilde okuyorsanız, şimdiden çok özür dilerim böyle şeyler okuduğunuz için. Ama eğer okuyup da birazcık duygularımı bilmek isterseniz, çok teşekkür ederim şimdiden çünkü belki çok uzaklarda birilerinin en içten duygularımı bilmesi beni bir nebze rahatlatacak.

    Bazen içimde nedensiz bir sıkıntı oluşuyor. Ama hayır, nedensiz değil. İnsanlara hep duygularını kendilerine itiraf etmeleri gerektiğini söylerim. İçimizde bizim bile inkar ettiğimiz bazı şeyler yatıyor, eminim farkında olmasalar bile çoğu insan yaşıyordur aynı şeyi. Dışarı çıkmıştım, deniz kenarına gitmiştim, ansızın benim de belki de uzun zamandır sakladığım duygularımı fark ettim. Mutluydum o sırada çünkü, herhangi bir bariyer örmemiştim kendime. Fark ettim ki ben her şeyin çok farkında olmaktan yoruldum. Yaşıtlarımın çoğu gibi tasasız bir şekilde bakamıyorum hiçbir olaya. Çünkü kendi durumumun çok farkındayım. Sanki herkesin sarhoş olduğu bir dünyada tek ayık insan benmişim gibi bir his olabilir bu. Yaşanan veya yaşanması planlanan bir işin kendim için ötesini de görüyorum ve gerçekten üzülüyorum. Üzülüyorum çünkü hiçbir şey pürüzsüz, sorunsuz veya geri tepmesiz geçmiyor benim için. Zamansız ve beklenmedik anlarda ağlayasım geliyor. Bugün sahilde yanıma çok tatlı bir köpek geldi. O ana kadar zaten gözlerim dolu dolu güneş gözlüğümün arkasına saklanmıştım ve benim de belki biraz kötü bir huyum vardır: hayvanlara olan sevgim taşma eylemi gösteriyor. Köpeği sevmeye başladığım an gözyaşlarım benden koptular. Ne acı. Belki mutlu olabileceğin bir anda tüm duygularını bir gözlüğün arkasına saklayıp ağlamak; ne acı. Bu hale düşmem bile beni gerçekten üzüyor. Kimsenin gözyaşlarımı görmesini istemiyorum çünkü biliyorum onların kimsenin gözünde bir değeri yok. 

    Bazen insanlara verdiğim değeri neden kendim alamıyorum diye düşünüyorum. Cevabı benimle ilgili galiba. İnsanlar duygularını göstermekten çekinmiyor ve ben, çok samimi olarak söylüyorum ki içimden gelerek onlara yardım ediyorum. Ağlayacak bir omuz veriyorum. Benim de aynı muameleyi göremememin tek sebebi duygularımı göstermemem. Hep gülüyorum. Çünkü korkuyorum. Ben başkalarına dayanmak zorunda kalırsam belki beni sevmezler? Belki benim onlara verdiğim destek yetmez? Ya duygularım alay konusu olursa? Ağlayan zayıf tarafımı birilerine gösterirsem belki faydalanırlar bu yanımdan?

    Aslında korkaklık ettiğimi biliyorum ama insanlara da güvenmiyorum. Ben kendi verdiğim sevgiyi ve değeri başkalarından beklemeyi bırakalı çok oldu. Çünkü kimse ben gibi hissetmiyor, kimse başka birine karşı o kadar nazik olmak istemiyor.

    Belki biraz fazladan bilgi olacak ama biliyor musunuz bugün sahilde köpekle yaşadığım o olayın aynısını bir kere daha yaşamıştım. Kedilerle dolu bahçesi olan bir kafeye gitmiştim. Yavruluktan yeni yeni çıkan turuncu tatlı bir kedi kucağıma yattı ve saatlerce uyudu. O kedinin kucağıma kıvrılıp yatışı, kucağımdaki o varlığı, o tatlı mırlama sesini hatırladıkça hala gözlerim doluyor. Ben yanımda olan kişinin -veya hayvanın- her şeyini hisseden bir insanım. Ve belki de küçücük bir kediden hissettiğim o sıcaklığı insanlardan hissedemiyorum. O kedi kucağıma yattığında dakikalarca yine kimseye fark ettirmeden ağlamıştım. Bir insanın da aynı şekilde varlığını hissetsem bir kerecik bana hayatım boyunca yeterdi herhalde. Gerçekten çok bir şey istemiyorum, sadece bir dakikalık bir sarılma yeterdi.

    İşte o an senelerdir beynime kayıtlı olan kendi hayal dünyam devreye giriyor. Belki size tuhaf gelebilir ama hayır, şizofren değilim fakat kafamda bana o sıcaklığı veren bir insan yaşatıyorum. Onu hayal ediyorum, onunla yaşıyorum. Benim hakkımda gerçekten endişelenen birisi. Derdimi söylemeden hisseden birisi. Varlığı, gülüşü sıcacık birisi. Gerçekten ihtiyacım olan o sarılmayı veren birisi. 

    Hani bir film vardı ya: bir yazarın hayal ettiği karakter gerçek oluyordu. Bazen deli deli dualar ediyorum benim hayalim de gerçek olsun diye. Böyle bir insan bulmadığım sürece kimseye güvenebileceğimi ve rahat hissedebileceğimi düşünmüyorum. Gerçekten çok korkuyorum. Önümde örneği var, ya gerçek olursa diye. Ömrümün sonuna kadar hasta ve mutsuz olacağım, bana kimsenin değer vermediği bir hayatı yaşamak istemiyorum. Gerçekten çok sıcak bir insan olduğumu düşünüyorum, birinin bana tek adımı bana on adım attırır. Çok da kolay biriyim; mutlu etmesi kolay, üzmesi kolay...

    Bazen hayatıma dair tek fikrim "bilmiyorum..." oluyor. Gerçekten bilmiyorum. Ben neden böyleyim, neden böyle yapıyorum, neden mutsuzluk bana hep çok yakınmış gibi hissettiriyor, neden kendime bunu yapıyorum? 

    Keşke uzaklarda bir yerde hayal ettiğim şey gerçek olsa.

    Keşke insanların hayatında "birisi" olmaktan fazlası olsam, gerçekten değer verdikleri birisi olsam.

    Keşke hayalim beni bulsa.

    Bir de keşke bir köpeğim veya kedim olsa. Hatta ikisi de olsa. Böyle çok yalnızım.





                                                                                                                                    25.05.2021 

    

29 Eylül 2020 Salı

İçimde Akan Nehir

 20 Eylül 2020

    Bu akşam düzgün uyuyamadım.Uyumadan önce aklımdan binlerce farklı anım geçti.Okulla veya derslerle ilgili bir şey düşünmeden uyuyamıyordum.En sonunda uykuya dalabildikten sonra gece  5-6 defa uyandım.Evde ve aynı zamanda içimde kopan fırtınalardan kaynaklı olmalı hepsi diye düşünüyorum.Yaklaşık 10 tane de rüya görmüş olmalıyım.Sanki sabahlara kadar eğlence mekanlarında sabahlayıp sarhoşluktan kendini unutan biri gibi beynim.Rüyalarımda sık sık yılan saçlı kadını görüyorum.Bilinçaltımda neden bu kadar yer edindiğini anlayabiliyorum ama artık ikimizi de taşımaktan yoruldum.Kimi rüyamda çok iyiyiz önceden olduğumuz gibi,kimisinde bakışları delip geçiyor beni ve bu defa aklındakileri de görebiliyorum;kimi rüyamda da düşmanız hiç olmadığımız gibi.Artık onu sırtımda taşımaktan yoruldum ve en azından kalan güzel şeylerin kabusa dönüşmesini istemiyorum.Birinin gidişinin beni bu kadar etkileyeceğini düşünmezdim,bu yüzden insanlara fazla bağlanmamalıyım işte.

    

                                             ....


29 Eylül 2020

    Önceki yazımı bazı sebeplerden yarım bırakmışım ve tabi ki şu an aynı hisleri hissetmediğim için devamını getiremiyorum. Ama hayatımdaki hüznün maalesef hep bir devamı var. Şöyle ki bugün aslında düşündüğüm kadar iyi olmadığımı fark ettim. Belki de düşündüğüm kadar iyi değildi moralim,ruh halim.Bundan da öte,gerçekten beni anlamayan insanların arasında yaşamaktan çok sıkıldım ve beni anlamayan bir insan olmazsa hayatımda ben nasıl bu halimi sonlandırabilirim ki? Hissettiklerimi tam olarak kime anlatmam bekleniyor yani benden? Yok işte,kimse yok.Yokluktan kendime bir insan yaratamam, duygularımı ve durumumu vardan yok edemem, kendimi mi yok edeyim yani? Duygularımın ve duygularımın dışavurumunun tamamen normal olduğunu zannediyordum ama değilmiş. Demek ki normal bir insan ağlama krizlerine girmez; normal bir insan ağlarken gülmek, gülerken ağlamak istemezmiş. 

    Kendimi aslında o kadar da mutsuz hissetmiyorum ama bir o kadar da, evet, mutsuz hissediyorum. Nasıl üzerimdeki bu buluttan kurtulurum? Gerçek mutluluk nedir? Bana göre mutluluk nedir? Nasıl kendimi daha normal hissedip insanların arasına karışabilirim? 

    Artık bu sorulardan da o kadar yoruldum ki anlatamam. Dümdüz yaşayıp giden bir insan olmayı çok isterdim. Kafamda ekstralar olmadan,dümdüz yaşayabileceğim bir hayat ne kadar da tatlı geliyor bana.

    Düşüncelerimi bir noktadan sonra toparlayamıyorum artık. Hani aracın freni boşalmış bir yerlerden aşağıya düştüğünü hissedersiniz ama arabada bile olduğunuzu unutursunuz ya.

     Kafamda aslında çok güzel bir melodi dönüyor ama hissedemiyorum, ne yapsam bilemiyorum, güzelliğini bile izleyemiyorum. O cennetten düşmüş sesi bana bulanık geliyor. Kulaklarıma dinlemesi bir zevk değil de omuzlarıma yine yükmüş gibi geliyor. Biliyorum abartarak duygularımı daha da soyutlaştırmayı ama acılarım somutlaşıyorlar neden? Aslında çok saçma ve tamamen benim büyüttüğüm bir duygu olduğunu biliyorum ama neden hayatımda her zaman yalnız olacakmışım gibi bir his alıyorum?

    Piyanodan dökülen hüzünlü melodi ben olabilirim. Hayatım bir film olsaydı 2 saat boyunca herkes ağlardı. Eğer bazen hissettiğim bazı şeyler somut olabilseydi bana gösterecek hiçbir şeyleri olmazdı. Evet, ben de bir piyanistim. Melodileri mutsuzluğumdan döken ve kendimi daha da mutsuz hissettiren, çevremi de kendi karanlığıma boğan bir piyanistim. Sahnem etrafıma sarılmış yalnızlığım. Seyircisiz bir ortamda müziğimi yankılatmaktan çok sıkıldım artık.

    Bazen bazı şeyler canınızı çok sıkar ve biri de beni anlasın derken sizinle dalga geçenler bile ortaya çıkar ya hani, gerçi bilmiyorum her insan bunu yaşar mı? Çok sevdiğiniz -siz herkesi çok seversiniz- insanlar sizi aynı zamanda çok üzer ve bir şey diyemezsiniz? Duygularınız birbirine girer, içinizde yumak yumak olur ve sarkar.

    Artık bir noktadan sonra uykularım kaçıyor. Ben neredeyse 2 senedir mutlu değilim.Neye,kime değer verdiysem hepsi gitti ve korkarım ki bunun bir sorumlusu da benim. Birine çok değer verince ve gittiğini gördüğümde, verdiğim değerin yüzüme çarptığını gördüğümde bile insanlara değer vermeyi bırak; aynı aptal ve gerçekleşmeyecek hayalleri kurmaktan,kendimi yine bir tasmaya bağlamaktan kendimi alamıyorum. Artık kendimi her insanın hayatımdan gideceğine inandırdım ama umutsuzluğa düşmeyi bırakın onlara daha da çok tutunuyorum.Yalnız öleceğimden çok korkuyorum. Ağlamak istesem bile gözyaşım da gelmez oldu zaten. Bunları okuyan birileri eğer gerçekten kim ve nasıl biri olduğumu biliyorsa muhtemelen tamamen saçma gelecektir tüm bu mutsuzluk. Ama ben daha hayatının başlarında bir genç olarak bu hislerden içten içe, en dip köşelerde kurtulamıyorum neden? Senelerce olmuş bitmiş ve artık olmayan bir şeyin yasını tutamam ama tutmaya devam ediyorum,neden? 2 sene oldu.Artık bazı şeylere son verme vaktim geldi.

Ama...veremiyorum neden?    

    Artık birilerimin yazılarımı okumasıyla ilgili olan tüm heyecanımı bıraktım; okumasın kimse. Neden birileri bu kadar ümitsizlik ve mutsuzlukta bir şey görsün ki zaten? Okumasın kimse! Görmesin kimse bu kadar aciz olduğumu,tek lafta yıkıldığımı,ayakta duramadığımı.

    Ben bir dalgayım. Evet, son defa...Ben bir dalgayım.

Bir inip bir kabarıyorum.Duygularımın yine ben üstüne seriliyorum, yine ben kendimi yutuyorum. Hep bir döngü halindeyim, bazen duygularımın oyuncağı bazen kendime bir zehir oluyorum.Ama asla bir sonum yok, bunun bir sonu yok. "Belki iyisiyle kötüsüyle derler, ama benim bir iyim ya da kötüm yok. Sadece böyleyim işte ve çok yalnızım,mutsuzum." diyen yalnız balina bile belki kol olduğum uçsuz bucaksız, tamamen sonsuz okyanusun  bir parçası ve yalnızlığımıza beraber katlanmak için o balinaya bile rastlayamıyorum yüzeydeki kendi savaşım,çırpınışlarım yüzümden.

    Ne yapayım şimdi ben? Ne yapayım? 

    Bu sadece güzel şeyler yazmaya çalıştığım bir yazı değil, benim hayatım.

    Artık yarının farklı olması için umut etmeyi bıraktım, sadece umut etmeyi değil, umudun kendisini bıraktım. Bana acı veriyor.

    Umarım, umarım adına ve uğruna dualar ettiğim, yalvardığım umudu bu kadar kolay bıraktığım için beni affedersin.

    Boşuna olsa da ama,

biliyorum.

    Herkesi sevmekten vazgeçemem.





10 Eylül 2020 Perşembe

Akıl Hastanemden Taburcu Olmak,Geri Dönüş

 Merhaba,yine ben,İlkay.

Aylarca yazmadığım için içimde büyük bir suçluluk duygusu var aslında ama sadece yazamadım.Karantinada eve tıkılıyken kendimi dinlendirebildim,zihnimi sakinleştirebildim her şeyden uzak kalınca.Her şeyi boşvermiş halde her gün yatarken ve kendinizle ilgili sorunları başınıza dert ederken çok fazla bir şeyler hissedip yazı yazamıyorsunuz ne yazık ki.

Son duygularımın üzerinden çok zaman geçti.

Önceden bahsettiğim çoğu şeyin üstesinden gelmiş gibi hissediyorum kendimi yazdıklarımı okuyunca.Artık yazılarımı bilenler var,beni bilenler var,içimdeki suçluluk duygusundan kurtuldum,çevremdekilere uyum sağladım.

Artık yarının farklı olmasını değil,aynı olmasını ister oldum. "Her şey bu şekilde güzel kalsın,dengeli kalsın.Arkadaşlarımla bugün de konuşabileyim,içime kapanmayayım.Bugün de hayatımda herkes olsun."

Sadece birkaç ay içinde bile bu kadar değişebiliyormuş insanlar demek ki.

Aslında eskisi kadar güzel yazabileceğimi zannetmiyorum,içim boş.Her şey güzel olunca,insan acı çekmeyince yazılara veya resimlere dökülen ruh ilerlemiyormuş demek ki.Ne ironik.Zaten günümüzde kitapları rafların en görünen yerlerine yerleştirilen yazarların çoğu şimdi ölmüştür;yaşarken de hayatları durmadan devam eden acılarla doludur.İçimin boş olduğunu söylemişim önceden,o zamanki ben bir de şu anki bene bir baksın.Durumumdan şikayetçi değilim artık biraz bile olsun acısız bir hayat yaşadığım ve huzur bulduğum için ama hiç olmadığım kadar boş da hissediyorum.Sanki hayatta tasalanacak hiçbir şeyim yok,sanki dünya hep kiraz çiçeklerinin döküm zamanındaymış gibi güzel,sanki ben dünyanın en mutlu insanıyım ve sadece şu anda bulunduğum anda yaşayabilirim.Ne gülünç.

Beni yanlış anlamayın,mutluluktan mutsuz olduğumu anlatmaya çalışmıyorum.Sadece sanki bir şeyler doğru değil.Bu da mutluluktan korkmak herhalde.

Belki bu yazıyı okurken bile anlarsınız "Bu yazarın işi bitmiş..." diye.Ama şu an neyi kazanırken neyi kaybettim onu bile bilmiyorum,o yüzden zamanla anlamak istiyorum her şeyi.

Bu yazının başına neden geçtim bilmiyorum.Beni ne rahatsız ediyor bilmiyorum.Belki de çok açgözlü bir insanım ve sahip olabileceğim her şeye sahip olmak istiyorum.Evet,işte bu;ben çok açgözlüyüm.Belki maddi değil ama manevi.Ruhum aç.Neden böyle oluyor,sorunum ne bilmiyorum.

"Kiraz çiçekleri dökülüyordu dünyaya,mevsimlerden tabi ki ilkbahardı.Rüzgar bile mutluydu sanki ve aramızda hafif hafif dans ediyordu.Güneş bile mutluydu ve yaz aylarında olduğunun aksine kızgın,kış aylarında olduğunun aksine küskün değildi.Kalbim bile mutluydu.O coşkulu mutluluğuyla beraber içime hayat pompalamak istiyordu. 'Hadi gidip gezelim,koşalım,güzel manzaralar görelim.' diyordu içimde pıtır pıtır.Derin bir nefes aldım.Başımı sağa çevirdim.

Denizler,okyanuslar ve akarsular...hepsi bir yere akıtmıştı şen renklerini.Bana gülümsüyordu hepsi.O anlatılamayacak maviliği siyah kaplıyordu ama aynı zamanda. 'Acaba içi de siyah olduğundan bu denli dışına vurmuş?' diye düşündüm.Kapkara içi ve dışı bile güzeldi.

'Özlediklerin mi aklına geliyor?' diye sordu maviliğim. Düşündüm. En son ne zaman birini özlemiştim?Sonra kalbim beni dürtükledi yine tatlı tatlı.İçim ısındı.Duygusuz değildim tabi ya!Özlemiştim birilerini.Maviliğin büyüsüne kapılınca unutuyor tabi insan.

Seni özlemiştim,maviliğim.Beni arayan birilerini özlemiştim.Yılan saçlı birini özlüyordum ama itiraf etmek istemiyordum ne kendime ne başkalarına.Her gece konuşmak istediğim birilerini özlüyordum.En yakınlarımı tam yanımda olsalar bile özlüyorum ama bir araya gelince sevgimizi paylaşmak ve özlem gidermek yerine birbirimizi hiç sevmiyorcasına nefret kusuyoruz biz.Ben de yapıyorum,iflah olmazım.

Bu kadar şeyi özlemek onları çok sevdiğim anlamına mı gelir yoksa onlara asla layıkıyla davranamadığım için benim kötü bir insan olduğumu mu gösterir?Kendi duyguların hakkında bilmişlik taslayıp lafı oraya buraya çekiştirmek kolay tabi.Önemli olan başkalarını da duygularına ortak edebilmek ve onlara ortak olabilmek.Ben hep yapayalnız yaşıyorum.

'Çok düşünüyorsun bence.Sevmek istediklerini sev pişmanlıklarını istersen yüzlerine fırlat.Neden harika olduğunu anlamıyorsun anlamıyorum.'

Gülümsedim.Nasıl ne düşündüğümü bilebildi sanki o da kafamdaki bir ses değilmiş gibi?!İçimde harika olduğumu düşünen tek kişi sensin maviliğim çünkü sen benimsin,her şeyimsin.

Son kiraz ağacı da yapraklarını dökerken merak ettim;-kalbimin yakıtı güzelliklermişçesine beni ısıtmayı bırakmıştı,pıtır pıtır etmiyordu artık- senin de mi ömrün bir çiçek kadardı?"










10 Şubat 2020 Pazartesi

Kusurlu Kuğu

İçimdeki bazı şeylerden kendimi biraz bile olsa tanıtmaya çalıştığım yazımda bahsetmiştim. Son yazımın üzerinden haftalar geçti. Yazmaya çalıştım ama yazamadım. Zaten son günlerde tüm dünyada hiçbir şey iyi yönde gitmiyor ki ben mi mutlu mesut blog yazayım, yazı yazayım, hayal gücüme dalıp mutlu olayım, kendi derdime düşeyim?
Doğum günümde yazı yazıp paylaşmayı çok istemiştim ve bunu bir gelenek yapmak istemiştim ama yazının geleneği olmuyormuş, öğrendim. Zihnimin bir çıkışı yokmuş, korkularım ve bilinçaltımın hayaletleri beni kontrol ediyormuş, farkına vardım. 
Öncelikle sömestr'da gecenin bir vakti, içim sonsuz bir huzursuzlukla kaplıyken yazmaya çalıştığım bir yazımdan bahsetmek istiyorum:
Yazarken amacım tamamen zihnimin en derinlerine girip kendi kendime konuşup içimdeki bu huzursuzluğu ve kendimi anlamaya çalışmaktı. Kendi kendimle klavye aracılığıyla konuşurken fark ettim ki düşüncelerimin bir çıkışı yok. Çünkü kendimde bir şeyi yererken ortaya çıkan diyalogda yerdiğim şeyi haklı çıkaracak bir sonuca varıyorum. Kendimle çelişiyorum... Bazen öyle hissediyorum ki beynimle durmadan çelişiyorum ve kavga ediyoruz. O kazanıyor. İstemediğim birine dönüşüyorum. Hırçınlaşıyorum. Kendimi kaybediyorum. Olmamam gereken ve olmak istemediğim biri oluyorum. Bazen sakinken bazen öfkeden kafayı yiyorum. Kısacası deliriyorum istemediği bir şeyi yapmaya zorlanan hayvanlar gibi. Kendime ulaşamıyorum. Sesleniyorum, "Beni kurtar!" diyorum. "Kapımı çalıyorlar, beni zorluyorlar! Kötü ve ezilmiş hissediyorum! Böyle olmak istemiyorum bu ben değilim! Beni zorluyorsun!" Ve beynim çağrıma cevap vermiyor. Bu defa aklımı kaybediyorum. "Hey... Üstüme çullananları hissediyorum. Kanatlarım kırık efendim, kanatlarım kırık! Ama ne kadar mutluyum bir bilsen, hahah! Kalbimde çiçekler açıyor, simsiyah! Dikili oldukları duvarlar yıkılıyor, üstüme geliyor. Kapı vurulmaya devam ediyor. Hahaha duvarları tırmalayanları duyabiliyorum, kapıyı... Kırıyorlar galiba. Hayır kendimi korumak istiyorum, korkuyorum kapıyı açmalarına İZİN VERME! ONLARI İÇERİ ALMA LANET ÇIKAR BENİ BURADAN BIRAK BENİ! Ağlıyorum... Yoo... Hahaha! Çiçeklerim, ne kadar güzeller. Boyunları bükük ama yine de güzeller!"
Artık kendimle savaşamıyorum. 
" Güzel dansımla, hayatımın son güzel dansıyla, büyülemek istiyorum seni. Kalbimde öyle yaralar var ki ah! Zarif hareketlerle bale yapıyorum, kalbim yüzünden ağzımdan kanlar fışkırıyor. Herkes beni alkışlıyor, haha ne gösteri! Ben mi? Elbette bir kuğu olmak için doğmuşum. Sahnede süzülmek için takılmış kanatlarım. Acı görüntüme acı katsın diye kırılmış, duvarları kazımış tırnaklarım. Hayır ağlamıyorum, bunlar gösterinin bir parçası. Kıyafetlerimi parçalayan ve derimi kemiren eller... Onlar sahne arkası dekorları! Evet, benim değerli sahnem! Her şey bunun için! İhtişamlı siyah kuğunun kanatları açılsın diye her şey!"
Kendimi yeniden inşa ettiğim ve -çok şükür ki- neredeyse her şeyin tıkırında gittiği hayatımda, siyah kuğumun dışarı çıkmasına izin verdim. 
Ben ettim, kötülük ettim, hata ettim. Haklıymış meğer yılan saçlı kadın, ben daha kötüymüşüm. Hak etmiyormuşum hiçbir güzelliği. 
Söylememen gerekeni söyleme, çizgini aşma, herkesi mutlu et, paylaşımcı ol, kimsenin kötülüğüne sebebiyet verme. 
Vicdanım tüm bunları çiğnediğimi söylüyor. İki arkadaşın arasını açtım, bazı sırları açık etmiş oldum ve kendi hayaletlerimin nasıl da ortaya çıktığına şahit oldum. 
Hayatta en korktuğum şey; gittikçe babama benzediğimi fark ettim. Bu kompleksle yaşanılmaz gökyüzündeki yıldızım, bu şekilde yaşanmaz. 
"İyi biri değilim, iyi bir arkadaş değilim;o haklıydı, ben en berbat kişiyim. En hatalı benim, artık eskisi gibi olmayacak. Kendimi yalnız bıraktım beni asla tamamen affetmeyecek." 
Kendimi bunlara boğarak çevremdekileri de kendimle çektiğimi fark ettim. Masallar gerçek olsaydı," Tasa Kuşu"ndaki dertli kız olurdum. Boşuna tasalanıp hiçbir şey elde edemeyen... Ve bunu fark etsem bile ne yaparım bilmiyorum. Galiba içimde uzun zamandır ilk defa Beyaz Kuğu'mu buldum. Bu gece uzun zamandır ilk defa sevgilimle buluştum rüyalarımda. Ama o kadar uzun zamandır onlar olmadan yaşadım ki ellerini tutup onları çıkaramıyorum. Ve galiba kendimle olan bu çetin savaşımda aklımı kaybediyorum çevremdekileri kaybedeceğime olan inancım gibi. Eğer şizofren olursam beni hor görmeyin olur mu? Sadece kendimi anlamaya çalışıyorum ki yarın bugünden daha farklı olsun. Bilmiyorum, ben sadece umut ediyorum.