Çok Sevgili Anneannem,
Sana bu mektubu yazmaya karar vermek benim için çok zordu ve cesaretimi büsbütün toplamam gerekti. Aslında az önce ufak korkunçlu bir bilim kurgu filmi izledim ve filmde sevdiğim bir karakter öldü. Film de olsa artık birilerinin ölümünü izlemeye dayanamadığımı fark ettim yani anlayacağın iyi değilim. Annem de maalesef ki iyi değil ve herhangi bir şekilde doktora gitmeyi reddediyor. Ona çok kızıyorum ama seni dinlediği gibi dinlemiyor beni. Ne yapacağım ve bu kadına nasıl sahip çıkabileceğim konusunda hiçbir fikrim yok.
Her şeyden önce sana olan her şeyi anlatmam gerektiğini düşündüm. Hastaneye gittiğin gece çok ağladım neden bilmiyorum. Anneannem bugüne kadar gün yüzü göremedi ben de onun yüzünü göremedim onu yeni getirmiştim diye çok ağladım. Ben senin yerine ağladım; o yüzden senin daha fazla ağlamana gerek yok. Sakinleşemedim asla, arkadaşlarıma mesaj attım. Erkeklere attım, taaşşuk grubuna. Bana içimi ferah tutmam gerektiğini ve senin iyi olacağını söylediler. Sonra annemi aradım ve annem de anneanneni geri getirdiler deyince iyice rahatladım. Sana bu meseleyi anlattım mı bilmiyorum ama annemin yine ambulansla hastaneye gittiği gecelerden birinde artık kalbim mi taşlaştı diye düşünmüştüm çünkü annem ambulansla hastaneye giderken ağlamıyordum artık. Bu yüzden olabilir ama geri geleceğini düşünmüştüm. Bu kadar hasta olduğunu bilmiyordum ve sana yardım edemedim üzgünüm. Çok aciz bir şekilde hep hastayım ve annemle sana yardım edebilecekken edemediğim için lütfen affet beni, çok üzgünüm. Cumartesi sabahı ne yaptığımı hatırlamıyorum. Galiba oyun oynadım, çocuklara kahvaltı hazırladım, annemi aradım, annem için evi toparladım. Bir anda senin eşyalarını elime verip de annen bunları görmesin dediklerinde algılayamadım. Anneme banyo yaptıracaktım, yorulmuştu. Bir anda annem kollarımın arasına yığılınca da algılayamadım. "Anneanneni morga bırakıp da geldim" dedi. Algılayamadım. Aslında çığlıklar atıp ağlamak istedim ama bana annene sahip çık dediler. Sen de üzgünsün ama onun yanında üzülme annen sana emanet dediler. Bilirsin bunu daha önce çok konuşmuştuk; ne kadar annemle ilişkimin düzgün bir anne-kız ilişkisine dönmesini istesem de her zaman anneme sahip çıkar ona bakarım. Ama belki annem kadar olmasa da belki de hayatımı değiştiren bu olayda döküp kırmak ve dilediğimce ağlamak istemiştim. Hala o zamana dair duygularımı tam tarif edemiyorum; sen öyle düşünmezsin ama belki de bencillik yapıyorum.
Nasıl 6-7 kişi o arabaya bindik de yerleştik ve yola çıktık gerçekten hatırlamıyorum. Yol boyunca ağladım durdum ve arada bayılma şekline benzer uyumuşum. Mustafa abimlerin evine girdiğimizde ne hissettim bilmiyorum. Saçımı yıkadım ve iki lokma bir şey yedim ama gerçekten yemek istememiştim ve aç değildim. Annene sahip çıkarsın diye zorla yedirdiler diyebilirim. İlter de yol boyunca ağladı ve durumu idrak edemedi ama ilberin kafasında neler döndüğünü gerçekten bilmiyorum. Anneme ikisini psikoloğa götürmeliyiz dedim ve kendi yaralarımı iyileştirmeden olmaz dedi. Bunu yanlış bulsam da annem de olmazsa elimizde kimse kalmadığından bir şey demedim. Çünkü biliyorsun benim babamın tarla korkuluğu kadar bile işlevi yok. Beni yanlış anlayıp üzülmeni istemiyorum gerçekten, anneme kızgın değilim. Ama babamın dolduramadığı yer olmaktan sıkıldım. Yine yaparım yapmam gerekeni ama ben senin arkandan gerektiği kadar ağlayamadım. Babam zaten daha cenazenin akşamı "Hayat devam ediyor" dedi. Neye göre devam ediyor? Kime göre ediyor? Benim için hayatım 9 Aralık 2022 akşamında takılı kaldı. Orada dönüp duruyor. Cenazenin detaylarını es geçiyorum ve o bir hafta, hatta köyde geçen o birkaç günde neler olduğunu anlatıyorum sana.
Köyde gelip giden çok oldu. Herkes bir şeyler anlatıyor bir şeyler konuşuyordu ama ben hiçbirini duymadım. Sadece tavanı izledim. Arada süt annem benimle bir şeyler konuşarak beni gerçek dünyaya döndürdü ama ne kadar yardım etmek istese de ben onun gerçek kızı değilim ve bana sonsuza kadar ilgisini veremez. Tüm bunlar yaşanırken babam bana veya anneme veya çocuklara bir kez olsun sarılmadı. Muammer abim bana sarıldığında patlayacaktım neredeyse ama teyzem için kendimi tuttum çünkü o benden daha beterdi tabi ki. Babam günlerce sadece "Hayat devam ediyor" diyebildi ve bende bu vesileyle biraz da annem için artık ağlamamam gerektiğine inandırdım kendimi. Teyzemle beraber zor olduysa da eşyalarını düzenledik. Keşke sen buradayken beraber düzenleseydik de belki fazlalık eşyaları atınca sen de rahatlardın. İlk o zaman düşündüm, bir insan böyle sadece eşyalarından mı ibaret diye. Bunları koyacak bir evim bir odam bile yok diye kendini üzdüğün o eşyalar gerekli gereksiz, tarihi geçmiş geçmemiş, atılacaklar ve kalacaklar, annemle benim aldıklarımız ve teyzemin aldıkları diye ayrılmıştı. Bu kadardı. Artık ortada Kadriye'nin eşyaları diye bir şey yoktu. Ne demek yoktu? Ne demek olmazdı? Nasıl anneannem kapıdan girip eşyaları için ağlamaz veya yarı kederli bir şaka yapmazdı? İşte bir insan ömrü bu kadarmış, diye düşündüm.
Okula gittiğim ilk hafta günlerdir ağlamadığım için kendimi bu işi aşmış hissediyordum. Senin kabanını giydim, artık bana emanet olan telefonunu boynuma taktım ve yola çıktım. Şaşırtıcı bir şekilde 2 haftadır okula gelmemiş olmama rağmen hiçbir hocanın benden haberi yoktu. Bahçeye girip Halil'i gördüm ama içimde kırılan şeyleri bildiği için onunla karşılaşmak ve yüzünü görmek istemedim ilk başta. Sıraya doğru yürüdüm. Bir nebze daha iyi olacağını düşündüğüm Evin'i gördüm; evet o da biliyordu ama beni çok daha iyi tanıyan Halil'i görmekten iyiydi. Evin beni görünce ağlamaya başladı. Ne yapacağımı bilemedim ve dedim ki Evin sen böyle ağlarsan ben kendimi nasıl tutarım? O an istemsizce kendime bir şeyi itiraf etmiştim: Köyden geldiğimizden beri iyiyim diye tekrarlıyor ve ağlamamak için yeminler ediyordum ama aslında kendimi tutmaya ve güçlü olmaya çalışıyordum. Kendimi tutmaya devam ederek başım dik okula girdim. Ama bir şekilde duvar çatlak vermişti işte, her şeyden önemlisi kendimden bile söylemeye sakındığım şey öylece ağzımdan çıkıvermişti. Fatma hoca buldu beni önce, ta koridorun başında yakaladı ve sordu neden iki haftadır gelmediğimi. "Hocam benim anneannem vefat etti." diyemedim. birkaç kelime sonra takıldım ve ağlamaya başladım. Fatma hoca dersleri dinlemek zorunda olmadığımı, kötü hissedersem kafamı sıraya koyabileceğimi söyledi. Bunun için o kadar minnettardım ki yine ağlamak istedim. Düşününce bu olaya dair tüm duygularımı okulda gösterebilmiştim sadece çünkü okulda kimse bana güçlü dur demiyordu. Herkesin tek gördüğü ve önemsediği bendim ve herkes sadece beni iyi hissettirmek istiyordu. Herkes en ufak sözlerinin beni ne kadar etkileyebileceğini biliyordu. Mesela Nihat hocaya bu olayı söylediğimde ve yurda ne zaman döneceğimi bilemediğimi belirttiğimde bana sorun yok kızım ne zaman istersen o zaman gelebilirsin demişti. İşte bu küçük cümlelerdir insanı daha iyi hissettiren. Bu küçük şefkat jesti, küçük bir sarılma, küçük bir omzunu okşama.
Fatma hocadan hemen sonra Nail hoca geldi. Evin ve Uğur tüm olanları hocaya anlatmışlardı galiba. Durmadan ağlıyordum ve hocanın odasına gittim. Çoğunlukla bir şey demeden ağlamama izin verdi ve bunun kolay olmayacağını söyledi. Ama ne olursa olsun okula gelmeliymişim, benim için moral olurmuş. Ve haklıydı da. O hafta evde geçirdiğim her saniye boğuluyormuş gibi hissettim. Okuldan eve geliyor, 1 saatlik yolun verdiği yorgunluğu üstümden zar zor atıyor, Ali hocaya verdiğim konuları bitirme sözüne ilaveten hissettiğim sorumluluğun ve suçluluğun ağrılığıyla eziliyor, ağlamaktan artık açılıp kapanmakta zorluk çeken gözlerimi zorlayarak 1 tane ders videosunu zor izleyebiliyor ve bir şekilde yatağa giriyordum. Yatak dediğim de ranza, yani senin yattığın, hasta olduğun ve bayılıp kaldığın o yer. O hafta her gece ranzanın tavanını izlerken seni düşündüm. "Acaba anneannem benim gibi burada yatarken ne düşünüyordu?" "Acaba bizden nefret mi ediyordu, bize kızıyor muydu?" "Acaba en son burada yatarken ne düşündü?" Acaba anneannemi daha erken hastaneye götürebilir miydim, götürsem ne olurdu ve devamıyla uzayan uzun ağlamalı sorularımla beraber uyanıyor ve aynı döngüyü tekrarlıyordum.
Bir gün teyzem -galiba çarşambaydı- bana içinde fındık ve kuru üzüm olan bir kavanoz verdi okulda yemem için. "Anneannen senin için hazırlamış bunu da Almanya'ya gitmeden unutmuş" dedi. Şok oldum. Okulda yemeye, zihin açıklığı falan verir diye bana fındık hazırlamıştı. Haftalar önce. Haftalar, önce. Ondan gelen benim için bir hediye. Bir şey demedim, dediysem de hatırlamıyorum. Okula götürdüm o kavanozu yemek için. Açıp arkadaşlarımın ortasına koydum. Herkes gülerken yanımda oturan Nisa'ya sahte bir neşeyle karışık şekilde "Sana trajikomik bir şey söyleyeyim mi?" dedim. Onaylayınca da bu kavanozu anneannemin hazırladığını söyledim. Bir şey demeden beni göğsüne bastırdı. Ağlayasım yoksa da ya da olup da içimde tutmak istediysem bile ağlamaya başladım. Sonra Halil geldi, ona da anlattım; biraz da o şekilde ağladım. Sonraki gün matematik dersinde Ali hocanın sorduğu bir şeyi bilemedim; cevabı verebilecek olsam da istemedim ve reddettim. Soruyla bağımsız olmakla beraber Fatma hocanın dediğinin aksine dersleri inatla dinlememe rağmen aslında ne kadar da dersten uzak olduğumu fark ettim. O an benden bağımsız kafamda her şey yeniden oynamaya başladı. Cuma akşamı, cumartesi sabahı, annemin banyoda dediği, yolda uğuru aramam, cenazeyi havaalanından almamız, köye gitmemiz, evde yatak odasının ortasında o tabutu başında da büyükannemi görmem, tabut başında ağlamamız, cenazeye gidişimiz, anneannemin cenazesi için verilen davette zorla yemek yemem, akşam büyükannemle yatamamam, büyükannemin sabahın köründe mezarlığa gitmek istemesi, havanın o keskin soğuğunda mezarlığa gitmemiz, ayakta zor durmam, Samsun'a inişimiz ve Bursa'ya gelişimiz, yolda babamla kavga etmem, eşyaları düzenlememiz. Ve tabi ki yine patladım. Teneffüs boyunca kendimi zavallıca kontrol etmeye çalışarak ağlamamdan ve arkadaşlarımı endişelendirmemden sonra koşarak Nail hocanın odasına gittim. Bir ders de orada ağladıktan sonra öğle arasında geri döndüm. Saçma bir şekilde aklımda kalan şey; Emir bana yanında durmamızın mı yoksa beni yalnız bırakmalarının mı daha iyi olduğunu sormuştu ve bilmiyorum demiştim. Aslında hangi insan ağlarken başını koyacağı bir omuz olsun istemez ki? Ama o an kimse beni ağlarken görsün istemedim, yerin dibine girip de anneannemi görmek istedim.
Arada yaşanan olaylar maalesef ki benim için yine blurlu. Her gün okulda ağlıyordum ve gözlerim acıyordu artık; yani senin korktuğun şey oluyordu neredeyse. Bana hep o güzel gözyaşlarını akıtma benim gibi ağlamaktan gözyaşların bitmesin derdin. O sırada gerçekten gözyaşımın bittiğini düşündüm ve haşa öyle düşünüyorum kısmen. Teyzem çocuklara fazla bağlanmamak için kaçar gibi Bursa'dan gitti ve annem çok belli etmek istemese de yıkılmıştı. Yalnızlık yavaş yavaş vuruyordu çünkü. Babamla senin için dökülen lokmalar ve hayrına okunacak dualar adına yapılan Mevlüt için giden paraların kavgasını yapmışlardı. Babama olan nefretim senin için duyduğum kederi geçiyordu artık. Sinirim bardağı dolduran bir suysa bardak çoktan taşmış ve artık çatlıyordu, suyu tutacak bir şey kalmamak üzereydi.
Birkaç kere elbette bende babamla büyük kavgalar ettim. Annemin ona bu evde bakacak birisi yok dedim. Tam olarak hangi hakaretleri ve tehditleri kullandığını hatırlamıyorum bile. Cenazeden sonra onu suçladım, kendi suçluluk hissiyle beraber yine büyük bir kavga ettik teyzem de varken. Yine bir şey vermemekle ve parayla tehdit etti beni. Geçenlerde senin bir işini halletmeye çalışırken çok fazla "ölü,ölmüş" gibi kelimeler kullandı. Lütfen bu kadar fazla ölü baskısı yapma dedim. Baskı ne demek dedi, sen mi babasın ben miyim dedi, sen kimsin dedi, üstüme yürüdü sonra ben de ayağa kalkınca ardından anneme ayağa kalkıp bana göz belertti dedi. Odama geçip ağladım ve panik atak geçirdim yine. Annem telefonuna bakarak durdu yanımda, toparlan dedi, bana çay getirdi. Beni yanlış anlama lütfen anneanne, bana bağırdığı için ağlamadım. Durmadan kaçmaya çalıştığım gerçek bir kez daha yüzüme vurulduğu için ağladım. Maalesef gerçeği asla kabullenemiyorum. Yurtta da birkaç kere böyle ağlama krizlerine girdim. Birkaç kere daha hasta oldum çünkü tam bir zavallı gibi. Bana senin gibi bakacak kimsem de yoktu. Oturdum videolarına bakıp saatlerce ağladım sadece. Oda arkadaşım beni teselli etmeye, bir noktadan sonra zorla beni omzuna yatırmaya çalıştı ama istemedim. Kimse gerçekten benim acımı anlayabilecek durumda değil çünkü. Dershanedeki psikolog ile konuşurken aramızdaki ilişkiyi anlattım ve bana işlev olarak anneni kaybettin yani dedi. O andan beri dünyam bin bir parça. Her bir parçası da seni yansıtırken içimdeki kederi saklayamıyorum artık ve korkarım ki bu sene hiçbir şey yapmayı başaramayacağım.
Son mu bilmem ama yılbaşı günü de patladım. Dershanedeydim ve bir an ben burada ne yapıyorum diye düşündüm. Tam olarak ailemle beraber olmam gereken bu günde benim burada ne işim vardı? Ruh halimin bozukluğu dışarıdan belli oluyordu ve Emir beni sınıftan dışarı çıkarmaya karar verdi. Merdivende otururken patladım ve yine bir sürü ağladım. Emir başımda durdu, sarılmama izin verdi. Doğrusunu söylemek gerekirse uzun zamandır arkadaşlarımın hepsine yeri gelince sarılmak istiyordum ama bunu yapmak için çok çekiniyorum sanırım. Son yaşananlardan sonra daha cesur olmaya karar verdim ama bu kararı nasıl gerçekleştireceğimi de bilmiyorum. Eve nasıl gittim hatırlamıyorum. Metroda yine yarı uyur yarı baygın bir vaziyette 1 saat geçirdim. Eve gelip şekerim düşmesin diye ağzıma bir şeyler tıkarken yine ağladım. Gözyaşlarım sel oldu. Annem ve çocuklar beraber dışarı çıktık ama bu benim bildiğim yılbaşı değildi. Arabada biri eksikti. Bize güzel yemekler yapar, biz eğlenirken videolarımız çeker, giyinip süslendiğimizde bin bir övgü yağardı. Hiçbiri yoktu. AVM'de yemeğimizi yedikten sonra biraz gezinip masa oyunları aldık. Annem bana yeni bir eyeliner aldı ve gerçekten favorim oldu. Eve gelip pijamalarımızı giydik ve aldığımız 4 paket cipsi açtık ortaya. Masa oyunları açtıktan sonra tam yavaş yavaş şenlenmeye başlıyorduk ki annemle babam kavga etmeye başladılar. Babam kartlarımızı sofranın ortasına fırlattı. Çok kızdım, çok kırıldım ama okların bana dönmemesi için bir şey demedim. Her açıdan hayatımın en kötü yılbaşısıydı. Ve de hayatımın en kötü doğum günü. Arkadaşlarım büyük bir incelikle hediyelerini hazır etmiş olsalar da eve döndüğümde beni bir baba samimiyetsizliğindeki tek başına pastam karşıladı. Evde ne annem vardı ne anneannem. 1 hafta sadece odamda oturdum ve öldüm mü kaldım mı diye soran hiç olmadı. Bir kere daha anladım ki artık yalnızım. Ağlayacak bir omzum, pasta kesecek birilerim, sığınacağım limanım, dertleşebileceğim kimselerim yoktu. Hayat zorla beni büyümeye ve yalnız olmaya alışmaya itiyor ama ben hiç hazır değilim. Hep yalnız kalacağımı ve belki de yalnız öleceğimi düşünürdüm ama bu fikre bu kadar yaklaşacağım aklımın ucundan geçmezdi. 18. yaş günümde, aklımda anneannemin bana verdiği sözlerin ağır hatıralarıyla kimsesizliğimi kucakladım. Bir an önce 18 ol demişti, 18 olunca kart çıkaracak ve hesap açacaktık. Şimdi her şey yalan oldu. Ne kadar verilen bu sözlerin vebalini öbür dünyada anneannemin boynuna bağlamak istemesem de içim çok buruk ve kırgınım. Anneannemin bu yüzden asla bir ıstırap çekmesini istemiyorum ama bana dediklerine tutunarak kendim için bu üzüntüyü canlı tutmak istiyorum. Anneannemi unutmam mümkün değil ama öyle bir ihtimal asla olmasın istiyorum. Mümkünse ölümümde de annemle anneannemin arasına yatmak istiyorum.
Anneanne, sana bu anlattıklarımı pek beğenmemiş olabilirsin ama gerçekten mutlu olduğum anlar da oldu arkadaşlarım sayesinde. Ama şu an yanımda olamaman, 18. yaşımı görememen ve mezuniyetime gelemeyecek, üniversiteye gittiğimi göremeyecek olan bu mutlulukların yanında asla dinmeden sızlayan bir yara. Muhtemelen asla tam anlamıyla mutlu olamayacağım ama sana bu şekilde yazmaya devam etmek istiyorum. Umarım olduğun yerden kıpraşan ve senin için kendini satırlara döken kalbimi hissediyorsundur. Bir ara rüyalarıma da girmen dileğiyle, bugünlük bırakıyorum ve yazabileceklerim hiçbir zaman bitmeyecek muhtemelen.
Beni hiç unutmaman ve kalbine yakın tutman dileğiyle,
Seni gece gündüz düşünen küçük kızın, İlkay.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder